Başka yaşamlar diyarı "bir kısa yol hikayesi"
ikili karşılıklı koltukların bir tarafında gelin ve kaynana oldukları sezilen bir yaşlı bir genç kadın. Yaşlı kadının kucağında bir de bebek var. Genç kadın, konuşma esnasında yanındaki yaşlı kadına anne diye sesleniyor. Fakat tonlamasında ve seslenirken yüzünde oluşan ifadede karşısındaki kişinin kendi annesi olmadığı seziliyor. Buradan anlıyorum gelin ve kaynana olduklarını.
Genç kadın belki 1.60 boylarında. Oturduğu yerde çok heybetli görünmüyor. Hatta ufak tefek sayılabilir. yüzünde tedavisi mümkün sivilceler var. Saçları alelacele toplanmış, üzerindeki kıyafetler özenle seçilmemiş görünüyor. Bir işleri var belli ki. Bir şeyleri halletmeye gelmişler. Belki de buranın yerlisi bile değiller. Kaynanasının kucağında çocuk uyumuş. Gelin olduğunu düşündüğüm kadın yorgun ve umutsuz ifadelerle bazen yolu bazen de karşılarındaki ikili koltukta oturanları süzüyor.
Yaşlı kadın kucağında bir çocuk uyuyor olmasına rağmen sanki bu duruma daha öncesinden çok alışıkmış gibi hiç rahatsızlık ifadesi göstermiyor. altında uzun eteği, ayağında terlikleri, üstünde genellikle 40 yaş üstü kadınların tercih ettiği ve bluz ya da penye diye tabir edilen uzun kollu giysiden var. Ve tabi vazgeçilmez aksesuarı olduğunu düşündüğüm yeleği...
Karşılarındaki ikili koltukta iki yine iki kadın oturuyor. Saçları alelacele toplanmış olan genç kadının karşısındaki koltukta oturan kadının, bir ihtimal 70li yaşlarda olduğunu düşünüyorum. Zira yanındaki koltukta kendi kızı oturuyor ve ilerideki konuşmalarından duyduğum kadarıyla kızının iki çocuğu var üniversite okuyan. Bu da kızının ortalama 50li yaşlarda olduğunu gösteriyor.
70li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim kadının kafasında ucuz olmadığı belli olan bir şapka var. Belli ki kendisine bir tarz oluşturmuş ya da oluşturmaya çalışmış. Kulaklarında küpeleri, gözünde beyaz çerçevesi ve kahverengi camları olan bir güneş gözlüğü var. Bir elinde güzel cilalanmış kaliteli bir baston, diğer elinde ise hastane tipi, yürümesine yardımcı olan ve aksesuardan çok destek amacıyla kullanılan bir baston daha...
İki elinin parmaklarında da birden fazla yüzük var. Yüzükleri turkuaz rengi taşlarla oluşturulmuş. Maddi değerleri pek belli olmuyor (ya da ben idrak edemiyorum) olsa da yaşlı kadına değişik bir hava kattıkları aşikar. Altında çok kısa bir şort vardı. Yani yaşına göre oldukça değişik giyimliydi.
Kızı olduğunu ve 50li yaşlarında olduğunu düşündüğüm kadın yaşını belli noktalara dikkat etmediğiniz taktirde çok da belli etmiyor. Açıkçası üniversite okuyan iki çocuğu olduğunu söyledikten sonra ellerinin üstüne, dirseklerine ve boynunda oluşmuş kırışıklıklara dikkat etmemiş olsaydım asla yaşını tahmin edemezdim.
50li yaşlardaki kadının gözlerinde aynalı bir güneş gözlüğü var ve gözlerinin odağı asla seçilemiyor. Üzerinde beyaz işlemeleri olan boydan siyah bir elbise var. Ayağında sandaletleri. Yanında valizi var. Gitmekte olduğumuz istikamet sebebiyle havaalanına doğru yol aldıklarını tahmin ediyorum ve bir süre sonra kulak misafiri olduğum konuşmalarından da tahminimde yanılmadığımı fark ediyorum.
En başlarda bu karşılıklı koltuklarda oturan insanlar hiç dikkatimi çekmemişti. Bu kadar ayrıntıyı ise 50li yaşlarında olduğunu düşündüğüm kadının hiç beklemediğim bir hareketle karşılarında oturan iki kadınla iletişime geçmesi sonucu hafızama attığımı düşünüyorum.
Orada oturan dört kadına baktığınızda bariz bir şekilde gözünüze çarpan şey, iki tane biri genç biri yaşlı köylü kadın, iki tane de biri yaşlı bir genç gösteren şehirli yaşlı iki kadın. Onları ilk fark ettiğimde, şehirli olduğunu giyimlerinden anladığımı düşündüğüm kadınların, karşılarında oturanlardan rahatsızlık duyacakları ve hatta bir süre sonra mimikleriyle bu durumu etraflarına da bildirecekleri yönündeydi. Fakat düşündüğüm gibi olmadı... Önyargılarım...
50li yaşlarındaki şehirli hanımefendi aynalı gözlüğünü hiç çıkarma zahmetine katlanmadan karşısındaki yaşlı kadının kucağında uyuyan çocuğa doğru bir hamle yaparak çocuğun elbisesine dokundu ve
-"bu sıcakta çok kalın değil mi?"
diye bir soru yöneltti. Soru tarzından bir aşağılama ya da küçük görme sezilmiyordu. Sadece merak ettiği ve belki de bir konuşmanın girişini yapmak istediği için sormuştu.
Soruyu kaynana yanıtladı:
-"sabahları serin oluyor diye öyle giydirdik."
Gelin cevabın tatmin edici olmadığını düşünerek söze girdi ve
-"öğlen sıcak oluyor ama sabahları ve akşamları bizim oralar serin olur abla" dedi.
O sırada aynalı gözlüklü kadının suratında anladığını işaret eden bir onaylama ifadesi vardı. Gelinin cevabının ardından doğal olarak sabahları ve akşamları neresinin serin olduğu düşüncesine kapıldık ben, konunun muhatabı aynalı gözlüklü kadın ve başka kulak misafirleri.
Kaynana bizi daha fazla merakta bırakmayarak
-"afyon'luyuz biz"
-"Burada akrabalarımız var onlarda kalıyoruz da bu halimiz de rezillik, çekilecek dert değil" dedi.
Konuşmasının devamında izmirde bulunma sebeplerinin çocuğun rahatsızlığı olduğunu ifade etti. Ona dair çok fazla şey konuşulmadı. Belli ki çocuğun kanser vs. gibi bir rahatsızlığı yoktu. Zira konuşma biçimlerinden ve çocuğun hastalığının uzun uzadıya anlatılmamasından bunu çıkarmıştım.
Çünkü genelde onmaz yara olarak adlandırılan bu hastalıklardan muzdarip çocukların aileleri dertlerini anlatarak rahatlarlar. Anlatırlar, ağlarlar ve rahatlarlar. Çünkü hepimiz insanız ve bu dert bir kişinin kendi içinde taşıyabileceği bir dert değildir. Zira insan kendi içinde saklamaya kalkarsa, bir süre sonra kendisine "o kadar insan varken, suçlu, katil, tecavüzcü varken neden benim çocuğumun başına geldi bu?" sorusunu sormaya başlar. Eğer birilerine anlatırsa, aklına böyle soruların gelmemesi konusunda telkinler dinler. Sabretmesi konusunda ikna edilir. Eğer inançlıysa allahın taktiri olduğu ve isyan etmemesi gerektiği söylenir. Bunlar da bir terapi misali insanı rahatlatabilir.
Daha sonra aralarında afyonun otobüsle kaç saat sürdüğü, aynalı gözlüklü kadının uçakla gideceği yolun otobüs fiyatlarına oranla ne kadar makul olduğuna dair konuşmalar geçti.
Bu konuşmalar sırasında iki şey çok dikkatimi çekmişti. Birincisi 70'li yaşlarında olduğunu düşündüğüm beyaz çerçeveli güneş gözlüğü olan kadın konuşmaların başından sonuna hiç söze girmemiş, konuyla da çok ilgiliymiş gibi bir tavır takınmamıştı. Mütemadiyen, karşı koltuklarında oturan ve köylü oldukları tescillenen kadınları süzüyor, kızını konuşması sırasında izliyor ve başını daha sonra camdan dışarıya çeviriyordu. Belki içinden, kızının bu insanlarla konuşmasına anlam veremiyor belki de kızının sınıf ayırt etmeksizin her insanla iletişimde oluşundan gurur duyuyordu. Bunu gerçekten anlamaya çalıştım ama bir türlü kestiremedim...
İkinci dikkatimi çeken şey ise genç köylü kızının daha ilk cümleden karşısındaki aynalı güneş gözlükleri olan kadına istemdışı "abla" diye seslenmesiydi. Daha önce de söylediğim gibi, aynalı güneş gözlüğü olan kadının yaşını dikkat etmeden anlamak çok zordu. Yani pekala hızlı bir çıkarımla o kadının aşağı yukarı kendisiyle yaşıt olduğunu düşünebilirdi köylü kızı. Ama kendisini buna hiç zorlamadı. Sanki ezberlemiş, sanki öğretilmiş gibi doğrudan onu ablası ilan etti ve karşısında pasif bir durumda kaldı. Bunu kabullendi. Hissettim.
Köylü kızının eğitimsiz olduğu ve erken evlendirildiği her halinden belliydi. İzmire de gönderilirken kocasının "annem ne derse ona uy" tembihiyle yolcu edildiği anlaşılıyordu. En azından bu çıkarım tamamen bana ait olabilir.
Bu karşılıklı koltuklarda oturan insanların kopuk kopuk, aralarına uzun boşluklar giren iletişimleri ben izbandan inene kadar devam etti. Daha sonra konuşmanın en fazla havaalanına kadar sürdüğünü tahmin etmek de zor değil tabii ki.
Orada bulunduğum süre boyunca o dört kişinin de zihninden geçenleri okuyabiliyor olmayı tüm hücrelerimle dilerdim. Acaba genç köylü kızı karşısındaki bu kendisinden farklı insanlar için ne düşünüyordu? Eminim içinden "bu yaşlı kadın neden hiç konuşmuyor?" diye geçiriyordu. Ya da bir ihtimal "bu kaynanamın konuşmaları yüzünden de rezil oluyoruz ya" diye geçirmişti bilemiyorum.
En çok da aynalı gözlükleri olan kadının samimiyetini ölçmek isterdim. Acaba uçakta annesiyle konuşabilecekleri yarım saatlik bir konu çıksın diye mi o girişi yapmıştı? yoksa gerçekten merak etmişti de o yüzden mi sormuştu?
Aslında masumiyetinden hiç şüphe etmediğim tek kişi kaynana biliyor musunuz? O kucağında torunuyla oturuyordu. Karşısındaki insanlar onun için (bence) hal hatır soran iyi insanlardı ve onlara da dili döndüğünce hallerini arz etmişti. Neden orada olduklarını, nereye gideceklerini insanca söylemişti. Onlar da dinlemişlerdi. Konu bence onun için bu kadardı.
İçimde ne kaldı? Şu kaldı. Keşke aynalı gözlüklü hanımefendi karşısındaki insanlarla iletişim kurarken gözlüğünü çıkarma zahmetine katlansaydı. O insanları duvarla konuşmaya mahkum etmek gibi itici bir davranış bu. Yukarıdan bakan, konuşmayı ben dizayn ederim diyen bir tavır. Niye öyle yaptı ki? Halbuki telefonuna mesaj geldiğinde ekranı görebilmek için ne de güzel çıkarmıştı gözlüklerini. Yok muydu o insanların iki çift lafının, gelen bir mesaja gösterilen özen kadar değer görmeye hakkı?
Bu yazıyı neden yazdığımı, içinden de ne çıkaracağımı bilemiyorum. Üzerine biraz daha düşünüp belki ekleme yaparım. Kafam çok karışık. O etkileşim anında bir şeyler hissettim ama adını koyup yazıya dökemiyorum henüz. Siz bir şeyler söyleyebilirseniz çok sevinirim.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Esen kalın.
Ne kadar edebi bir havada günlük hayatın bir kesitini anlatmışsın. Önünden geçip gittigim rastgele bir hayatı böyle güzel ifade etmek bir yetenek. Çıkarımlar ve cümleyi kurmalar yer yer bana sanki sait faik'in eserinin içinde bir yerlerdeymişim izlenimi uyandırdı.
YanıtlaSilÇok tesekkur ederim. Ben bir an önce o olay karşısında ne hissettigimi aktarmaya çabaliyordum. Boyle bir metin çıktı karşıma. Beğenmene çok sevindim.
Sil