Kursağımızda kalan hevesimiz; "Cumhuriyet Bayramı"
Dün yurt genelinde coşkuyla 29 ekim Cumhuriyet bayramı kutlamaları yapıldı. Ben de ilk kez fener alayına katılıp coşkulu kalabalıkla birlikte konser izleme fırsatı buldum.
Koskocaman bir bayrağın altında kordon boyunca yürüdük. İnsanlar sıcaktı, samimiydi. Yoğun bir kalabalık vardı. Herkes heyecan içinde elinde bayraklarla bekliyordu.
Bazı sembol davranışlar sergilendi. En çok onlar dikkatimi çekti. Misal programın sunucusu olan görevli kişi bir kadındı. Bu bilinçli bir tercihti. Kadın figürünü güçlendirme amacı taşıyan cumhuriyet atılımlarına bir göndermede bulunuluyordu.
Bunun yanısıra kadın sunucunun kıyafet tercihi de bilinçliydi. Ne çok açık ne çok kapalı. Modern ve güçlü bir kadın silüeti çiziyordu.
Fakat sizin de anladığınız üzere bunlar tamamen görsellikle alakalı, planlanmış öğelerdi. Keşke şu mesajı verelim bu mesajı verelim kaygısıyla hazırlanmış amaçlı bir eylem oluşturmak yerine var olanı sergileyebildiğimiz bir seviyeye gelebilsek.
Kutlamalar sırasında Atatürk'ün konuşmalarından kesitler sunan videolar izletildi. En çok da yıllardır izlediğim, defalarca kulak misafiri olduğum onuncu yıl nutku dikkatimi çekti. Onu izlerken ilk kez gerçekten bir şeyler hissettiğimi fark ettim. Daha önce buna neden dikkat kesilmediğimi, bunu neden daha önce fark etmediğimi, üzerinde neden hiç düşünmediğimi sorguladım o kısacık an boyunca. Sonra da aklımda yer etti.
O şaşırdığım ve farkına daha yeni vardığım şey neydi biliyor musunuz? Gerçek manada bir ölüm kalım mücadelesi vermiş olan bir milletin, küllerinden doğduktan sonra 10 yıl içerisinde başardığı şeylerin, bu harekete önderlik etmiş olan Atatürk'e hissettirdikleri...
Daha önce Atatürk'ün ses tonundaki o başarının vermiş olduğu gururu, heyecanı hiç hissetmemişim.
"Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. "
Öldüğünde gösterdiği hedefe durmadan yürüyecek olan yeni nesillerin var olacağına inancı tam mıydı gerçekten çok merak ediyorum. Umarım gerçekten inanmış ve huzurla gözlerini yummuştur. Çünkü o gittikten sonra nasıl başardık da o kadar mücadeleye ihanet ettik hala anlayabilmiş değilim. Bir millet neden kendi kendini yer bitirir aklım ermiyor.
Bilim insanlarımız bile Atatürk'ün sağlığında uluslararı arenada araştırmalar yaparken, çalışmalar ortaya koyarken, Atatürk'ün ölümünden sonra içe kapanmış ve o yarıştan kopmuşlar.
Cumhuriyet bayramı kutlamaları sırasında hep aklımda bunlar vardı. Cumhuriyet kavramı bizlere Atatürk'ün az zamanda başardıkları sayesinde çok büyük umutlar aşılamıştı fakat gerisi gelmemişti. Cumhuriyet'e karşı umut doluyuz. Laiklik, çağdaş yaşam, sanayileşme, üretim, medeniyet, insana saygı, kültür gibi kavramların sanki hayatımızdaki yeri çok büyükmüş gibi umut doluyuz. Sanki kadın cinayetleri hiç yokmuş, çocuk gelinler hiç yokmuş, eğitim düzeyimiz çok yüksekmiş, tarikat cemaat işleri yok olup gitmiş gibi umutla bayrak sallıyorduk. Her birimiz medeni dünyayı özümsemiş, çalışarak, kazanarak omuz omuza mücadele ederek ulusumuzu kalkındırmayı başarıyormuş gibi gurur doluyduk yürüyüşler sırasında.
İşte bu yüzden bu yazının başlığı "kursağımızda kalan hevesimiz"
Maalesefe hepimiz biliyor ki Atatürk'ün ölümünden sonra bir arpa boyu ilerleyemedik. Hep keseden yedik. 94 yıldır hala laiklik kavramının ne olduğunu bir halk idrak edememişse burada bir sorun var demektir.
Biz istiyoruz ki etrafımızda aydınlık evlatlar yetişsin, eğitim seviyemiz artsın, gururla bir şeyler üretelim, bu da bizim diyelim, cumhuriyet'in şu hedefine geç de olsa ulaştık diyelim. Ama hala yok.
O sebeple her Cumhuriyet bayramında saçma sapan şeylerle övünmeye çalışıyoruz. 5bin kişi toplanıp Atatürk silüeti yapıyoruz ya da 4bin kişi toplanıp zeybek oynuyoruz.
Hayır bu eylemleri küçümsemiyorum. Bu eylemlerin ne anlama geldiğini söylemeye çalışıyorum. Bu eylemler nicelik olarak kalabalık olduğumuz dışında hiçbir anlama gelmiyor. Niteliksiz yığınlar olduğumuzu kanıtlamaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Düşünün, Cumhuriyet bayramında tüm Cumhuriyet değerlerini benimsemiş, çalışkan aydınlık doktorlarımız dünya tıp literatürüne girecek ve insanlığa faydalı olacak olan değerli çalışmalarını Anıtkabir'den tüm dünyaya duyursa nasıl olur? İşte o zaman anıtkabir'in bahçesinde 5bin kişiyle Atatürk silüeti yapmak bir anlam kazanır.
Ya da öğretmenlerimiz aynı şekilde eğitim kalitemizi artıracak alan araştırmalarıyla yeni yöntemler geliştirseler. Daha donanımlı nesıller yetiştirmeyi başarsalar.
Her iş alanından, toplumun her kesiminden her bireyin bir ödev ahlakına sahip olduğunu düşünün. Hiçbirimizin bananecilik yapmadığı, kaytarmadığı, işinin hakkını verdiği, çalmadığı, aldatmadığı bir toplum düşünsenize...
Gördüğünüz gibi bunların sonucu tek bir yere çıkıyor. Dürüst ve çalışkan olmak.
Tıpkı Atatürk'ün de dediği gibi, "Yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak. Servet ve onun tabii neticesi olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır."
İşte o zaman yöneticilerimizi de doğru seçebilecek yetkinliğe erişmiş olacağız.
Cumhuriyet kutlamalarının kursağımızda bir heves gibi kalmadığı güzel günlere. Her bayrağı sallamaya yeltendiğimizde yıllardır bir arpa boyu yol alamamış olmamızın bir ince sızı gibi göğsümüze saplanmadığı güzel ve aydınlık günlere.
"Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!
Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti!
On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!
Ankara, 29 Ekim 1933"*
*http://yunus.hacettepe.edu.tr/~sadi/dizeler/onuncu-yil1.html
31.10.2017 tarihli ekleme
Bugünkü Yılmaz Özdil yazısından öğrendim ki üç gün önce dünyanın en önemli tıbbi meslek birliği Amerikan Cerrahlar koleji Prof. Dr. Mehmet Haberal'a "insansever ödülü"nü vermiş.
Bu ödül, daha önce sadece uluslararası kuruluşlara verilmiş. İlk kez bir uluslararası kişiye veriliyor.
Haberal bu ödülü Atatürk Cumhuriyetine ithaf etmiş.
Aynı zamanda prof. Haberal, Türkiye'nin ilk böbrek ve karaciğer naklini gerçekleştiren cerrahıymış.
işte tam olarak ifade etmek istediğim şey bu idi.
yazı kaynak: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/insansever-2070274/
yazıyı gece okuyup yorumu gündüz yazıyorum. akşamdan beri değişmeyen bir vicdan sızısı. daha iyisini yapabilecek olduğunu bilmek ama yapmamak, yapamamak. ağır bir vicdan muhasebesi içinde olmayan insanları gördükçe nasıl bu hale geldik diye sormadan edemiyor insan. ve en çok da Atatürk ve Atatürk'ün yaptıklarına duyulan nefret, kasıtlı bunu düşündürtmek üzüyor. şeriat isteyip, şeriatın ne olduğunu bilmeyen kadınlar, cihat cihat deyip; oğlu askere gitmesin diye bankadan kredi çekip bedelli yaptıran insanlar. cehalet kadar bir insana verilebilecek bir ceza düşünemiyorum.
YanıtlaSilSon olarak, kaleminde belirgin bir gözle görülme beni çok mutlu ediyor. Duygularını daha da güçlü ve çarpıcı kelimelerle okuyucuya aksettiriyorsun. Hayranlıkla yeni yazılarını bekliyorum.
Çok tesekkur ederim değerli yorumun ve övgülerin için. Çok mutlu oldum. Bu konuyla ilgi olarak ayni düşünce ve duyguları paylaştığımızı görmek beni daha da mutlu etti. Umarım güzel gunlerde, gurur ve onurla bayrak salladigimiz nice 29 ekimlerde yine birlikte oluruz.
Sil