Bir işveren olsaydım benim için önemli olan ne olurdu?


LinkedIn’de ne zaman esnetilmiş çalışma saatleri, çalışanlar için daha ferah ve stresten uzak uygulamalar, işyerine aidiyeti ve çalışan bağlılığını artıracak tavsiyeler ile ilgili içerik görsem zevkle okuyor üzerinde fikir yürütüyorum. Yani bu tarz içeriklere anlamlı bir vakit ayırıyorum.

Fakat böyle içeriklerin üzerine eğilirken aynı zamanda içerikler hakkında yorum yapan insanların düşüncelerini de okumaya özen gösteriyorum. Birçok çalışan böyle uygulamaların bizim ülkemiz için uzak birer hayal olduğundan yakınıyor haliyle. Bu uygulamaları gerçekleştiren şirketlerin üst düzey yöneticilerinin ya da İK’ların yaptıkları yorumları, bu uygulamaların ne kadar verimli sonuçları olduğunu açıklayan ifadelerini de görüyorum.

Peki bunların yanında başka ne görüyorum? Genellikle küçük işletmelerin ve çalışan sayısı 25’i bilemedin 30’u geçmeyen aile şirketlerinin “varislerinin” (tırnak içinde olması mühim) yaptıkları yorumları görüyorum.

“Siz de işveren olun da görürsünüz bakalım böyle istekleri olan çalışanlarla uğraşmayı”

“Herkes yatmak istiyor, kendi işiniz olsa pazar günü bile çalışmalarını istersiniz”

Gibi yorumlar yazıyorlar.

Ben bir çalışan olarak olayları hep çalışan tarafından değerlendirdiğimi fark ediyorum bu yorumları gördüğüm zaman. Çünkü biz çalışanlar doğal olarak, “çalışmak gibi” uzun saatlerimizi geçirdiğimiz ve genellikle stres yaşadığımız eylemlerden mümkün olduğu kadar uzaklaşmak istiyoruz. Maalesef herkes koştura koştura gideceği, zaman nasıl geçtiğini hiç fark etmeden zevkle çalışacağı işlere sahip olamıyor.

İşte bu sebeplerden ötürü; daha az stres yaşamak, özel yaşamımıza daha fazla zaman ayırabilmek, çocuğumuzla ilgilenebilmek, ailemize daha fazla vakit ayırabilmek gibi birbirinden değerli birçok rasyonel sebeple daha az ama daha verimli çalışarak hem kendimizi hem de işverenimizi memnun edeceğimiz bir düzenden yana oluyoruz.



İşte yine böyle bir içeriği değerlendirirken tırnak içindeki küçük işletme varislerinin yaptıkları yorumları görünce onların açısından düşünme fikri belirdi zihnimde. Bir işveren olsaydım benim için önemli olan ne olurdu diye düşündüm. Sonuçta para kazanabilmek için bir iş kuruyorum. Tıpkı çalışanlarda olduğu gibi işverenler de bunu amme hizmeti olarak yapmıyorlar. Onların da bir amacı var. Para kazanmak.

Kendime şunu sordum; “çalışanların tabii ki yasayla korunan hakları var ayrıca onlar birer insan ve benim işletmem için para karşılığı da olsa özveriyle emek harcıyorlar. Bunların hepsini kabul ediyorum peki ama ben işveren olarak işçinin gönlünü yapmak için mi işletme kurdum? Ve ardına da ekledim; ben parasını veririm, onlar da çalışır. İstemeyen çeker gider.”

Hayali işveren olarak düşüncelerim tuhaf bir sinir bozuculuğa sahip gibi görünüyor değil mi? Düz bir mantıkla bakarsanız, özellikle ülkedeki küçük işletmelerin mantığıyla bakarsanız soru çok anlamlı geliyor. Neden biliyor musunuz?

Küçük işletme demek “parasını almaya gelince alıyorsunuz ama” düşüncesinde olmak demektir. Mesai bitimine 5 dakika kalsa bile hala masanızda, tamir ettiğiniz aracın başında, çay demlediğiniz ocağın dibinde, yemekhanede silinecek yerleri silmeye devam eder pozisyonda olmanızı istiyorlar. Bir bayram ya da yılbaşı arifesinde erken çıkmayı hayal bile etmemenizi istiyorlar. Cenazeniz varsa, namazını kılıp geri gelmenizi istiyorlar. Mezarlığa gidip defin işlemlerine katılmanıza bile gönülleri yok. Bu gibi durumları birçok çalışandan, eş dost ve arkadaştan defalarca duydum ve duymaktayım.

Bir arkadaşımın işyerinde tanık olduğu şu durumu affınıza sığınarak aktarmak istiyorum. "İl dışında yaşayan kızı doğum yapmıştı bir çalışan abimizin. O da baba olarak kızının yanında bulunmak ve torununu görmek için izin aldı ve gitti. Arkasından “niye gitti ki o mu emzirecek çocuğu?” cümlesini duydum. Bu bir espri değil ki espri olsa daha iğrenç olurdu. İş yaşamımda başkası adına en çok utandığım anlardan biridir."

Kısacası bu düşünce yapısındaki işletmelerin; çalışanlarının mutlu oldukça, huzura ve özel yaşam/iş yaşamı dengesine kavuştukça daha verimli olacaklarını, çalıştıkları yere aidiyetlerinin ve bağlılıklarının artacağını görmeleri çoğu zaman mümkün olmuyor. Onlar için çalışan hep fedakârlık yapmalıdır. 10 dakika geç çıksa ne olurmuş. Maaşı 5 gün gecikse ne olur? Hangi birinizin parası bizde kalmış…

Dünya çapında ya da yerel olsun fark etmez, kurumsallaşmış büyük şirketler hepimizin hayran olduğu şartlar sunuyorlar çalışanlarına. Öyle ki bazıları için bu bin yıl geçse de bizde yaygınlaşmaz dediğimiz türden oluyor. Ama gün geliyor o büyük şirketler ihtiyacımız kalmadı, küçülmeye gidiyoruz vs. gibi yalan ya da gerçek gerekçelerle binlerce çalışanı da bir anda işten çıkarabiliyor. Tuhaf bir ikilem.

Bir işveren olsaydım ben nasıl düşünürdüm sorusunun düz mantıkla verilmiş cevaplarını gördünüz. Doğru bir mantıkla düşünseydim nereye varırdım gelin birkaç satırla özetleyeyim.

Ahlaklı çalışanlara sahipseniz çok büyük bir şansa sahipsiniz demektir. Verimliliğinizi artıracak şey çalışanlarınızın çok daha kısa sürelerde işyerinde fiziki olarak bulunmalarında saklıysa bundan korkmanıza gerek yok. Sektörünüz böyle bir çalışma düzenine imkân vermiyorsa bunu da sorun etmenize gerek yok. İlle de haftada 4 gün çalışın diye dayatmıyor kimse. Her zaman istedikten sonra bir orta yol bulunur.

Önemli olan talep ettiği imkanlar konusunda samimi ve ahlaklı bir çalışan ile sağladığı imkanlar konusunda samimi ve ahlaklı olan bir işverenin birlikteliği. Bu birliktelikten olumsuz bir sonuç doğması mümkün değildir diye düşünüyorum.

Aksi taktirde piyasadaki kârlılığın en azından bir tarafın yoğun ahlaksızlığına ve samimiyetsizliğine dayalı olduğu fikri açığa çıkar ki böyle olduğunu eminim hiçbirimiz duymak istemeyiz.

Yorumlar

Popüler Yayınlar