"Hayat, sonu gelmeyen bir bekleyiştir..."

"Merhabalar, yeni yılın ilk yazısı 29.07.18 tarihinde taslak olarak kaydettiğim fakat bugüne kadar paylaşmadığım bir yazı olsun istedim. Yazın hissettiğimiz duyguları kışın sıcacık odalarımızın içerisinde tekrar yaşayalım. İyi okumalar."

İzmir'de sıcak bir yaz akşamı, balkonda hafif bir yaz esintisi eşliğinde dokunuyorum tuşlara. Annemin hayatı boyunca bilmem kaçıncı kez demlediği çay fasıllarından birindeyiz. Güneş hafif hafif kayboluyor. Bardağımdaki çaydan koca bir yudum alıp başımı Alsancak'a doğru çeviriyorum. Rüzgarın tenimi yalayışı nasıl hoşuma gidiyor anlatamam.

Nereden çıktı bu başlık diye içinizden geçiriyor olabilirsiniz. Ben de bilemiyorum. Sadece günün yavaş yavaş çekilmeye, yerini geceye bırakmaya başladığı güzel dakikalarda ne oluyor, ne yapıyorum diye geçirdirdim içimden. Baktım ki bir bekleyiş halindeyim. Belki de hepimiz aynı haldeyizdir diye düşündüm. Olamaz mı?

Bunu düzenli olarak bir işte çalışmaya başladığımda daha sık düşünür oldum. Eskiden bu bekleyiş hali, belirsizlikle yoğrulup gelirdi önüme. Bu boşluk hali nereye kadar sürecek? Nereye doğru savruluyorum diye düşünmekten kendimi alamazdım. Hep bir şeyler bekliyordum. Mesela yaz gelmesini... Yaz'a çok anlam yüklerdim. Sıcağı çok sevmesem de yazı büyük bir umutla beklerdim. Tıpkı insanın ölüme doğru varlık olması gibi, doğduğu günden itibaren hep ölüme doğru yaklaşması gibi, mevsimler de birbirine doğru meyillidir. Kış ilkbahara, ilkbahar yaz'a...

Kış, gece gibidir. Umutsuzluğa teşnedir. Bazı geceler aklına olmayacak bir şey takılır ve canını sıkıntıdan sıkıntıya sürükler. Sabah bir uyanırsın ki, her şey gecenin karanlığıyla ilgiliymiş. Hayat dolu yepyeni bir gün başlamış, dertlerin sandığın kadar da karanlık ve yoğun değilmiş. Niye bu kadar sıkılmışım ki diye sorarsın kendine... İşte kış da böyledir. İnsanı yazdan medet umar hale getirir.

Umutlarını yaza saklarsın. Yaz dizilerinin o pembe şeker tadındaki kısa kollu kıyafetlerle,yazlık mekanlarla bezenmiş dokusu, burnuna bir önceki yaz gittiğin ya da gitme hayali kurduğun yerlerin kokusunu getirir. Sen de umutla dolarsın.

İşte bunun gibi. Hep burnumuza bir şeylerin kokusu gelir. Bir şeylere doğru umutla yöneliriz, bekleriz.

Az önce de söylediğim gibi, düzenli bir işe başladığımdan beri umutla beklediğim şey hafta tatili. Ona çok büyük anlamlar yüklüyorum. Tıpkı yaz'a anlam yüklemek gibi. Ya da öğle sıcağında mahallede top oynamak çok zor geldiği için akşam serinliğinde top oynamayı sabırla beklemek gibi. Sadece tatil, dinlenme arzusuyla değil. Varoluşsal bir ilgiyle.

Fakat bekleyişlerimin içini dolduramıyorum. Size de oluyor mu? Bir hafta tatilini sabırla bekliyorum, bir arkadaşımın düğününü/mutlu gününü sabırla bekliyorum, mezun olacağım günü sabırla bekliyorum, arkadaşlarımla kahve içmeye gideceğim dakikaları sabırla bekliyorum, işten çıkış saatimi sabırla bekliyorum, denize gireceğim anı sabırsızlıkla bekliyorum, buz gibi biradan ilk yudumu alacağım anı sabırsızlıkla bekliyorum, rakı içmek için sözleştiğimiz günü sabırsızlıkla bekliyorum. Bunun gibi birçok şeyi sabırsızlıkla bekliyorum. O an geliyor...

Sonra diyorum ki, peki şimdi ne oldu?

Size de Kaybedenler Kulübü filmindeki o meşhur sahneyi hatırlattı mı? "ne oldu be? şimdi ne olacak? diyorsan, sen kaybedensin."

O andan zevk almaya, anı yaşamaya çalışıyorum. Fakat aklımdan ertesi gün işe gitmek zorunda olduğum fikrini, ya da diğer bir takım sorumluluklarımın beni hazır şekilde beklediklerini atamıyorum. O andan zevk almayı başaramıyorum.

Böyle olmadığı zamanlarda da, o anı yaşarken aslında o anı hayal ederken umduğum şeyin tam olarak bu olmadığını fark ediyorum. Yani vitrindeki ayakkabıyı almak için sabırla para biriktirirken o ayakkabının gözünüze çok güzel gözüküp, onu alıp eve götürdüğünüzde tüm büyüsünü yitirmesi gibi.

Yazı gittikçe bir danışan-danışman muhabbetine dönmeye başladı. Toparlamak istiyorum ama buraya derli toplu bir şeyler anlatmak için gelmediğimi düşünüyorum, en azından bu yazı için.

İçinde bir hançer gibi saplı şekilde gezdirdiği "acilen bir şeyleri düzene koymam gerek" düşüncesini hayata geçirebilmiş olanlarınız varsa lütfen yorum yapsınlar.

Okuduysanız, sizin de canınızı sıkmış olabilirim. Halbuki cümlelerim yaz esintisi tadında başlamıştı, buraya nasıl geldi ben de anlamadım.

Esen kalın.

Görüşmek üzere...





Yorumlar

Popüler Yayınlar