Kültürü Yaşamayı ve Kültürden Zevk Almayı Öğrenmek
Merhabalar,
Bugün Kültür kavramı üzerine biraz düşünmeye çalışacağız. Öncelikle
Kültür’ün gerçekte ne olduğu konusunda biraz kitabi bilgilere başvuracağız.
Ardından bizim Türk toplumu olarak Kültür’e bakış açımızın ne olduğunu ve neden
böyle bir bakış açısına sahip olduğumuzu gözden geçireceğiz. Belki ardından
tespit edebildiğimiz benzer ve farklı yönler ile ilgili olarak ufak bir
değerlendirme yaparız. Son kısımda da başlığımıza uygun olarak Kültür’ü
yaşamayı, onu hissetmeyi ve ondan zevk almayı nasıl başarabileceğimiz konusunda
tartışacağız. Sanırım en can alıcı bölüm son bölüm olacak.
Başlayalım mı?
Kültür tam
olarak nedir?
Kültür’ün birkaç sözlük tanımını okuyarak başlayalım.
Örneğin Orhan Hançerlioğlu’ na göre Kültür kavramı, “çoğunlukla bir toplumun
duyuş ve düşünü birliğini sağlayan bütün değerlerinin tümü” [1]olarak
tanımlanır. Bunlar ise gelenek, görenek, düşünü ve sanat değerleri gibi bir
toplumun bütün değerlerini kapsar. Yani topluma ait, insanın oluşturduğu tüm
yapıp etmeler aslında bu kültür kavramı içerisine giriyor hatta doğrudan bunlar
Kültür olarak adlandırılıyor.
Bu açıdan bakarsak dünya tarihi çerçevesinde tüm insanlığın
yaptığı yeniden üretim durumu, aslında en genel açıdan “İnsanlık Kültürü”nü
ifade ediyor. Ama dünya geneliyle ortaklaşa paylaştığımız değerlerimiz ve
üretimimiz olduğu gibi, çok büyük farklılıklar da mevcut. İşte bu da her
toplumun kendine özgü bir Kültür içerisinde yaşadığına işaret ediyor. Hemen
aklınıza daha soyut Kültürel durumların geldiğinin farkındayım. Yani bizde ayıp
kabul edilenin Amerika’da doğal kabul edilmesi gibi şeyler.
Küçük bir not bırakmak istiyorum. “Üretim” kavramıyla ifade
ettiğim şeyi yanlış anlamayın. Bu bir fabrikasyon üretimi ya da bir esnafın
yaptığı üretimi daha doğrusu maddi bir karşılığı olan meta’nın üretimini
kastetmiyor. Onlar da içinde olmakla beraber üretimden asıl kastım, İnsanın tüm
yapıp etmeleridir. Bir bina inşa etmek, bir tablo yapmak, bir şiir yazmak, bir
görgü kuralı ortaya koymak, doğayı kendi ihtiyacına göre yeniden
biçimlendirmek, bunların hepsi üretim kavramının içeriğidir.
Kaldığımız yerden devam edelim. Bir diğer tanımı ele alalım.
“İnsan toplumunun sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi
olmayan ürünler bütünü, sembolik ve öğrenilmiş ürünler ya da özellikler
toplamı”[2].
Bu tanım da daha çok kültürün birikimsel yönüne işaret ediyor gözüküyor. Belki
de en doğru yanı budur. Kültür şudur Kültür budur diyerek ortaya çok farklı ve
ihtilaflı ifadeler atılabilir. Ancak kimsenin üzerinde şüphe etmeyeceği şey
herhalde kültürün kuşaktan kuşağa aktarıldığı ve biriken bir şey olduğu
gerçeğidir. (Aynı zamanda yer yer unutulan da bir şeydir)
Biraz daha teknik bilgi vermek gerekirse, yine Cevizci’nin
sözlüğünden bir ifadeye göre Kavramın gerçek yaratıcısı Alman Filozof Herder
imiş. Kavram Aydınlanma çağında ortaya çıkmış ve aydınlanmanın “insanlığın
birliğine ve evrensel ilerlemeye beslediği inanca” bir tepki olarak doğmuş.
Yani Herder, her Kültür’ün birbirinden farklı öğeler içerdiğini ve
aydınlanmanın bunu göz ardı ederek, bu farklılıkları görmezden gelerek biraz da
romantik bir evrensel birlik hayali kurduğunu düşünmüş olmalı. Bu da bizim için
bir bilgi olarak kenarda dursun.
Kültür kavramı üzerine biraz fikir edindiğimizi düşünüyorum.
Belki kendi içimizde Kültür kavramına dair taşıdığımız fikirlerle pek uyuşmuyor
olabilir. Yani Kültür denince aklınıza gelen şeyler ile kitabı tanımlar farklı
olabilir ki bu durum normaldir.
Şimdi bizim kültür Hakkında ne düşündüğümüz ile
ilgili biraz fikir yürütmek istiyorum.
Yazımızın ikinci kısmında şunu tartışacağız:
Biz Kültür
kavramına nasıl bakıyoruz? Boş ve gereksiz işler mi? Pahalı işler mi? Yoksa
doğru tanıma sahip miyiz?
Aslında bu soruları sorarak Kültür kavramını biraz da
zihnimizde şekillendirdiğimiz biçimde anlama eğilimi gösterdiğimi fark
ediyorum. Yani Kültür deyince, bağımsız olarak kavram üzerine konuşmak yerine
doğrudan günümüz toplumunda yapıldığı düşünülen Kültürel faaliyetler geliyor
aklımıza. Yani kavramın içi boşalıyor. Nasıl yani? Ne demek istiyorum?
Mesela Göbeklitepe insanlık için bir kültür mirası. M.Ö.
10000 yılında yine insanlığın ürettiği bir kültür ürünü. İnsanlık için bunu
üretmek Kültür demekken, aynı insanlık için bugün Göbeklitepe’yi ziyaret etmek,
orayı anlayabilmek ve değerini kavrayabilmek Kültür demek.
İşte günümüzde sorun tam olarak burada başlıyor. Artık
Kültür mirası üretecek kaliteyi (en azından mimari, yaşam alanı ya da
ibadethane olarak) yitirdiğimiz için[3]
geçmişten bize kalanlara sahip çıkmak durumundayız.
Ayni şeyi diğer tüm insanlığın yeniden üretim alanlarında
düşünebiliriz. Örneğin resim, heykel, müzik, Edebiyat, Felsefe vs. gibi alanlarda hala değerli Kültür
ürünleri üretiyoruz.
Şimdi bizim için artık Kültür, bir ören yerini ziyaret
etmek, bir tablo karşısında tabloyu ve yaratıcısını anlayabilmek, diğer
Kültürlerle olan benzer ve farklı yanlarımızı keşfedebilmek, müziğin oyun
havası dışında türleri olduğunu da keşfedebilmek (halbuki farklı nesnelerle
müzik yapabilmek, yaptığın müzikte bir duygu bulmak, o müzikle oynamak ve hatta
yöreden yöreye farklı oyun biçimleri geliştirmek de bir Kültür öğesi ama oyun
havası deyince niyeyse küçümseme geçiyor içimizden), bir roman aracılığıyla
diğer kültürleri tanıyabilmek. Bu örnekler çoğaltılabilir. Belki onlarca satır
daha eklenebilir.
Az önce de söylediğim gibi sorun tam olarak burada başlıyor.
Kültür’ün iki farklı biçimi olduğunu ifade ediyor Ahmet Cevizci. Yaygın Kültür
(bir toplumun bütün inanç ve pratiklerini içerir) ve Yüksek Kültür (bir
toplumun entelektüel ve sanatsal inanç, değer ve pratiklerini içerir) Biz
toplum olarak Yüksek Kültür’ü temsil ettiğini düşündüğümüz kişi ve davranışlar
sebebiyle Kültür’ü ve Kültür’lü olmayı yanlış anlıyoruz sanırım. Kültür deyince
bunu boş beleş zengin uğraşı olarak görme eğilimimiz artıyor.
Oktay SİNANOĞLU’nun deyimiyle
“Kültür, Hakkari’de bale gösterisi yapmak değildir, arada bir konsere gidip
hava atmak değildir, çağdaşlık Moda’nın ara sokaklarında köpek gezdirmek
değildir.”
Hançerlioğlu’na göre de bu durumun sınıflı toplumun ortaya
çıkışıyla alakalıdır. Önceden Kültür ürünleri halk kitleleri tarafından ortaya
koyulurken, kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrılmasıyla birlikte Kültür
varlıklı sınıfın bir ayrıcalığı haline gelmiştir.
Bu gelişmeler sonucunda biz alt sınıflar olarak tek derdi
geçim olan yığınlar haline getiriliyoruz. Kültürün üreticisi iken, artık Kültür
ile etkileşim kurmaktan bile uzak bir noktada konumlanıyoruz. Çocuklarımızın
hobi olarak dahi etkileşim içerisine girdiği Kültürel uğraşlarını küçümsüyor,
boş işlerle uğraşma diye tembih ediyoruz.
Sinema filmi üretmek bir Kültür üretmek iken, onu izlemek de
Kültür ile etkileşime girmektir. Toplum olarak belki de en yüksek sanat
etkileşimimiz sinema salonlarına gitmekle gerçekleşiyor. Ancak bir filmin
eleştirisini bile bize bırakmıyorlar değil mi? Biz sadece filmi izlemekle mükellefiz.
Birileri çıkıp sizi Recep İvedik izlediğiniz için Kültürsüz olarak etiketliyor.
Birileri sizi varoluşçu temayı işleyen filmlerden uzak durduğunuz için de
Kültürsüz olarak etiketleyebiliyor. Bunlar önyargı kokan tanımlar ve ifadeler
olabilir ama sizin de bu konuda gözlemleriniz vardır. Lütfen yorum olarak
iletmekten çekinmeyin düşüncelerinizi.
Bu sebeplerden ötürü biz genel olarak maddi Kültür
faaliyetlerine uzak, manevi kültür faaliyetlerine de yakın duran mistik bir
toplum haline geliyoruz sanırım. Açlık ve yoksulluk sınırının altında asgari
bir ücretle geçinmek durumunda olan bireyler olarak müze gezme şansımız, Kültür
turizmine katılma şansımız, farklı ülkeler görme ihtimalimiz, oldukça düşük.
Biz de daha ucuz hatta bedava olanlarına yapışıyoruz.
İnanç sistemimiz içerisindeki Kültürel öğelere
odaklanıyoruz. İslam Kültürü ve yaşayış biçimlerini merak ediyoruz.
Şehrimizdeki ibadethaneleri geziyoruz(ücretsiz). Türbelere gidiyoruz. Gibi
çoğaltılabilir.
Elimizde kalan “bildiğimiz” tek şey de bunlar olunca,
diğerleri olarak tanımladıklarımızın Kültür diye ifade ettiklerinden nefret
ediyoruz, bizim Kültür olarak sahip çıktığımız şeylere de “diğerlerinin” dil
uzatmasından inanılmaz şekilde rahatsız oluyoruz.
Ayrıca unutmadan, çok farkında olmasak da en pahalı kültür
turizmimiz Hac ibadeti için Arap diyarı gezmek oluyor.
Görüldüğü gibi bu konuda bile basit bir kutuplaşma ortaya
çıkmış durumda. Her ne kadar temel dinamikleri arasında “maddi” öğeler
bulunuyor olsa da bunun bir zihniyet ve düşünüş biçimi farklılığına dönüştüğü
aşikardır.
Sözü toparlayalım. Kültür bizim için anlaşılacak, yaşanacak,
haz duyulacak, üretilecek, paylaşılacak bir kavram olmaktan çıkmış durumda.
Bize göre pahalı ve gereksiz bir alan.
Şimdi esas merak ettiğimiz alana gelelim.
Kültürü
yaşamayı ve Kültürden zevk almayı nasıl öğreneceğiz?
- · Öncelikle Kültür kavramına daha geniş bir açıyla bakmayı öğrenmek gerekiyor.
Nasıl?
İnsan eylemsel gücüyle doğayı değiştirebilen tek varlıktır.[4]
İnsan doğayı yeniden üreterek, kendisi için ideal olan yepyeni bir doğa inşa
etmiştir. En önemlisi, organlarının, uzuvlarının eksikliğini bu sayede
gidermiştir. Uzak yollara yorulmadan gidebileceği araçlar, kuşlar gibi
uçabileceği uçaklar geliştirmiştir. Uzakları görebilmek için el aletleri
geliştirmiştir. Yemek yiyebilmek için el aletleri geliştirmiştir, daha sonra
bunları kullanarak yemek yiyebilmek için görgü ve nezaket kuralları
oluşturmuştur. Bunların hepsi Kültür kavramının içeriğidir.
Yani kültür, lüks bir oyuncak, parayla elde edilen bir
nesne, bir kıyafet, lüks bir ev, zengin bir çevre vs değildir. Önce yapmamız
gereken bunun ayrımına varmaktır.
Kültür tamamen bizimle, “insanla” ilgilidir. İnsanın yapıp
ettiği her şey kültürdür. Ananemizin dokuduğu eski bir halıyı nasıl zevk ve
özlemle, dokunarak hissetmeye ve anlamaya çalışıyorsak, diğer tüm nesnelere de
aynı heyecanı hissedebiliriz.
Bunun için bakış açımızı değiştirmeli ve sorun yaratan
komplekslerimizden arınmalıyız.
·
Kültürümüzü ve dünya kültürünü bir bilen
aracılığıyla önce masa başında, ekran karşısında fark etmeliyiz.
Bu benim için İlber ORTAYLI olarak kabul edilebilir. Masa
başında öğrenmekten kastım, okumaktır. Gezi yazıları, yaşama dair deneyimlerin
olduğu kitaplar, yakın tarih, mekanlar, düşünce biçimleri, kısacası bazı
şeyleri süzmemize fırsat tanıyacak her türlü yazılı, basılı materyalden
faydalanmak iyi bir başlangıç olabilir.
Tavsiye kitap : İlber
Ortaylı, Bir Ömür Nasıl Yaşanır?
- İkinci olarak da belgeseller tercih edilebilir.
Bu da ekran
karşısındaki tavsiyemize uyuyor. Boş beleş diziler izlemek yerine dünyanın
farklı yerlerini, farklı iklimlerini, yaşayış biçimlerini, geleneklerini
öğrenebilmek için yaşam belgeselleri izleyebiliriz.
Bunlar farklı kültürleri tanımanın en kolay yolu olmanın
yanı sıra, kendi kültürümüzle karşılaştırma şansı bulabileceğimiz öğeler de
içeriyor.
Tüm bunlar basit tavsiyeler. Tabii ki en güzeli gezmek, görmek,
anlamak, hissetmek. Bizi biz yapan, binlerce yıldır taşıdığımız,
geliştirdiğimiz, budadığımız özelliklerimizi fark etmek. Bunları ortaya çıkaran
ve yaşatan özelliklerimizi, dürtülerimizi keşfetmek. Yani insanı anlamak.
Sanırım Kültürü anlamak insanı anlamak demektir.
Böyle baktığınızda basit bir kelimenin etimolojisini bile
merak ettiğinizde hayretler içerisinde kalacağınız bağlantılara
ulaşabiliyorsunuz. Bir kelimeden, o halkın düşünce biçimini, korkularını,
hislerini anlayabildiğinizde, Kültür kavramının nelere dokunabileceğini derin
bir biçimde idrak ediyorsunuz.
Umarım bu satırları okuduktan sonra etrafınıza bakış açınız
biraz daha değişir. Bilemiyorum nasıl bir etkisi olur ama olumlu bir etkisi
olacağından hiç şüphem yok. En azından arkadaş çevrenizle bunu tartışsanız bile
yeterlidir.
Haberlere göre Z kuşağı bile ev eşyası alışverişi yapacak
çağa ulaşmış durumda. Yani hepimiz yaşlanıyoruz. Çok geç olmadan, dünyadaki
varlığımızı anlamlı kılan her şeyi fark etmek ve bundan mutluluk duymamız
gerekir diye düşünüyorum.
Emin olun bizi biz yapan tek bir nesneyi, tek bir kelimeyi
dahi anlamak ve onunla düşünsel ya da tensel bir temasa geçmek bizi
değiştirecektir.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Esen kalın.
[1] Orhan
HANÇERLİOĞLU, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 14. Basım, Ocak 2004
(İstanbul),s.231
[2] Ahmet
CEVİZCİ, Felsefe Sözlüğü, Say Yayınları, 1.basım, 2011 (İstanbul), s.273
[3] Bu benim
şahsi düşüncemdir.
[4]
Hançerlioğlu, s.232
Yorumlar
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi akıcı ve anlaşılır bir dille ifade etmeye özen gösteriniz. Küfür ve kötü söz kullanmayınız.